USAYD BİN HUDAYR R.A. :
Medîne'ye İslâmiyeti
öğretmek için gelen Mus'ab bin Umeyr Medîne'de fevkalâde bir gayretle çok
kimsenin Müslüman olmasını sağladı. Faaliyetlerini yürütmek üzere Sa'd bin
Mu'âz'ın teyzesinin oğlu olan Es'ad bin Zürâre'nin evine yerleşmişti. Bu
sebeple Sa'd bin Mu'âz, o zaman Araplar arasında akrabaya karşı hakâretten
kaçınmak âdet olduğu için, bu işe mâni olma teşebbüsünde de bulunamadı.
Sen işini bilen adamsın
Ancak bir kabîle reisi
olarak bu işe de el koymak istiyordu. Bu maksatla kabîlesinin ileri gelenlerinden
Üseyd bin Hudayr'a dedi ki:
- Sen, işini iyi bilen,
kimsenin yardımına muhtaç olmayan bir adamsın! Zayıflarımızın inançlarını
bozmak için mahallemize gelmiş olan bu adamı, yanımıza gelmekten men et! Es'ad
bin Zürâre akrabam olmasaydı, bu işi kendim hallederdim.
Bunun üzerine Üseyd bin
Hudayr, Mus'ab bin Umeyr'in bulunduğu eve giderek dedi ki:
- Sizi, bize getiren sebep
nedir? Zayıflarımızın inançlarını mı bozacaksınız? Eğer, hayatından olmak
istemiyorsan yanımızdan ayrılıp gidersin.
Mus'ab bin Umeyr, ona
yumuşak bir sesle cevap verdi:
- Hele biraz otur, sözümüzü
dinle! Beğenirsen kabûl edersin, beğenmezsen dinlemekten yüz çevirirsin.
Mus'ab bin Umeyr ona,
Kur'ân-ı kerîm okudu. İslâmiyeti anlattı. Onun tatlı konuşması, insanın kalbine
işleyen sözleri ve hoş sesiyle okuduğu Kur'ân-ı kerîm âyetleriyle, kendinden
geçen Üseyd bin Hudayr dedi ki:
- Bu, ne kadar güzel, ne
kadar yüce söz. Bu dîne girmek için ne yapmak lâzımdır?
Ne yapması lâzım geldiğini
anlattılar ve Üseyd bin Hudayr, Kelime-i şehâdet söyliyerek Müslüman oldu.
Büyük bir huzur içerisinde olduğu hâlde Mus'ab bin Umeyr'e şöyle dedi:
- Arkamda bir adam var. Ben
hemen gidip onu size göndereyim. Eğer o Müslüman olursa, Medîne'de onun
kavminden îmân etmedik hiç kimse kalmaz.
Sonra kalkıp sür'atle
gitti. Doğruca Sa'd bin Mu'âz'ın yanına varınca, Müslüman olduğunu söyledi.
Bunu gören Sa'd şaşırarak
hiddetlendi ve Mus'ab bin Umeyr'in yanına koştu. Yanına varınca sert ve kızgın
bir tavırla konuşmaya başladı.
Mus'ab bir Umeyr, ona da
gâyet yumuşak konuştu ve oturup biraz dinlemesini söyledi. Sa'd, bu nâzik
konuşma karşısında yumuşayıp oturdu ve konuşulanları dinlemeye başladı.
Hepiniz îmân etmedikçe
Mus'ab bin Umeyr, ona da
İslâmiyeti anlattı ve Kur'ân-ı kerîmden bir miktar okudu. Kur'ân-ı kerîm
okunurken Sa'd'ın yüzü birdenbire değişiverdi. O da orada Müslüman oldu.
Kendinde duyduğu üstün bir hâlin ve rahatlığın şevkiyle derhal kavminin yanına
gidip, onlara Müslüman olduğunu söyledikten sonra sözlerini şöyle tamamladı:
- Hepiniz îmân etmedikçe
sizin erkek ve kadınlarınızla konuşmak bana harâm olsun!
Bunun üzerine kavmi hep
birden İslâmiyeti kabûl etti. O gün kabîlesinden îmân etmedik kimse kalmadı.
Üseyd bin Hudayr bütün güç
ve kuvvetini, maddî ma'nevî imkânlarını İslâm uğrunda kullandı. Medîneli
Müslümanlardan 75 kişi ile ikinci Akabe bî'atına katıldı. Peygamberimizin bu
Müslümanlar içerisinden seçtiği on iki temsilciden birisi de Üseyd bin
Hudayr'dır.
Hz. Üseyd, Resûlullah
efendimizin bütün savaşlarında yer aldı. Canını ve varlığını bu yola adadı.
Uhud savaşında Evs kabîlesinin sancağı Hz. Üseyd'de idi. Bu savaşta cesâret ve
şecaat örnekleri gösterdi. Yedi yerinden ağır bir şekilde yaralandı.
Mücâhidler Medîne'ye
döndükten hemen sonra, Peygamber efendimiz, müşriklerin geri dönüp Medîne'ye
baskın yapma ihtimalini göz önünde tutarak, Hz. Bilâl'e, "Resûlullah
düşmanınızı takip etmenizi emrediyor!" diye seslenerek Müslümanlara duyurmasını
emretti.
Dertlerini unutturdu
Bu sırada Üseyd yaralarını
tedâvi ettirmek istiyordu. Resûlullahın da'vetini işitince dedi ki:
- İşittim, Allahın
Resulünün emrine boyun eğiyorum!
Sonra Üseyd bin Hudayr,
silâhını eline aldı. Yaralarının tedâvisine ehemmiyet vermeyerek
Peygamberimizin yanına geldi. Hazır olduğunu söyledi. Cihâd da'veti ve
Resûlullahın emri, ona, bütün dert ve yaralarını unutturmuştu.
Uhud savaşından sonra bir
gün Mekkeliler Peygamber efendimizi öldürmesi için bir bedevîyi kirâlık kâtil
tuttular. Bedevî Medîne'ye gelerek Peygamber efendimizin bulunduğu yeri
öğrendi. Peygamber efendimiz bu sırada Abdüleşheloğullarının yanında idi.
Eshâb-ı kirâm
Peygamberimizin mübârek sohbetini tatlı tatlı dinlerken, bedevî girdi.
Peygamberimiz adamın durumundan şüphelenmişti. Buyurdu ki:
- Şu adamın niyeti kötü.
Suikastte bulunmak istiyor.
Az sonra bedevî yaklaşarak
sordu:
- Abdülmuttalib'in torunu
hanginizdir? Peygamberimiz;
- Abdülmuttalib'in oğlu
benim, diye karşılık verdiler.
Sana doğruluk fayda verir
Bedevî, kötü maksadını
gerçekleştirmek üzere Resûlullaha doğru ilerlerken, Üseyd bin Hudayr eteğinden
tutarak hızla çekti. Bir anda bedevînin, elbisesi içerisinde gizlediği hançeri
ortaya çıktı. Hz. Üseyd, adamın yanına vararak onu te'sîrsiz hâle getirdi.
Bedevî, "Canımı bağışla, yâ Muhammed!" diye bağırıyordu.
Peygamber efendimiz
bedevîye buyurdu ki:
- Bana doğrusunu söyle,
buraya niçin geldin? Eğer doğrusunu söylersen doğruluk sana fayda verir. Yalan
söylersen bu senin için iyi olmaz. Yapmaya kalkıştığın işten zâten haberim var.
Bunun üzerine bedevî,
kendisinin müşrikler tarafından kiralandığını itiraf etti. Âlemlere rahmet
olarak gönderilen Peygamber efendimiz, kendisini öldürmeye gelen bedevîye;
- Ben seni serbest
bırakıyorum. Nereye gitmek istersen git, yahut senin için bundan daha hayırlı
olanı tercih et! buyurarak onu İslâma da'vet etti.
Bedevî Peygamberimizin bu
âlicenaplığı karşısında, hiç tereddüt etmeden:
- Allahtan başka ilâh
yoktur. Sen de muhakkak Allahın Resûlüsün, diyerek Müslüman oldu.
Hendek savaşının uzaması
üzerine Resûlullah efendimiz, çeşitli kabîlelerden meydana gelmiş olan müşrik
ordusunu zayıf düşürerek morallerini bozmayı plânladı. Bunun için, Gatafanların
kumandanı Uyeyne bin Hısn ile Hâris bin Avf'a şöyle bir haber gönderdi:
- Müslümanları muhâsaradan
vazgeçip yurtlarına döner giderlerse, kendilerine, Medîne'nin yıllık meyve
mahsûlünün üçte birini veririm.
Fakat onlar üçte bire râzı
olmadılar ve mahsûlün yarısını istediler. Peygamberimiz daha fazla vermeyince,
sonunda buna râzı oldular. On kişilik bir heyetle Peygamberimizin huzuruna
geldiler.
Ne hakla ayaklarını
uzatıyorsun
Onlar Resûlullahla
görüşürlerken Üseyd bin Hudayr bir vesîleyle Peygamberimizin yanına girdi.
Uyeyne bin Hısn'ın Resûlullahın karşısında ayağını uzatarak saygısız bir
şekilde oturduğunu gördü. Bu saygısızca davranışa tahammül edemedi ve sert bir
şekilde çıkıştı:
- Topla ayaklarını!
Resûlullahın önünde ayaklarını ne hakla uzatıyorsun? Eğer Resûlullahın
huzurunda olmasaydın, vallahi şu mızrağımı sana saplardım.
Gatafan kumandanın ne
maksatla geldiğini öğrenince de Peygamberimize hitâben son derece saygılı bir
şekilde dedi ki:
- Yâ Resûlallah! Bu,
Cenâb-ı Haktan gelen bir emir ise onu yerine getiriniz. Eğer bu işin altında
ulvî bir gâyeniz varsa, dilediğinizi yapın. Ona da bir diyeceğim yoktur. Şayet
bunlardan başka, bize zarar gelmemesi için buna başvuruyorsanız, vallahi bizim
onlara kılıçtan başka verecek bir şeyimiz yoktur. Onlar ne zaman bizden birşey
koparmayı umdular ki, şimdi umabilsinler.
Üseyd bu sözleriyle, Allah
Resûlünün yapılmasını arzû ettiği bir işi, nefsi istemese de teslimiyetle kabûl
edeceğini ortaya koyarak, Resûlullaha olan bağlılığını açık bir şekilde
göstermiş oldu. Diğer taraftan, bu sözler, onun, Allah ve Resûlünün yolunda her
türlü tehlikeyi göze alacağının ve müşriklere hiçbir şekilde tâviz vermeye
yanaşmayacağının da bir ifâdesiydi.
Üseyd bin Hudayr'ın bu
konuşması Resûlullahı sevindirdiği gibi, orada bulunan Sahâbîleri de gayrete
getirdi. Bunun üzerine Peygamber efendimiz, Gatafanlılarla anlaşmaktan
vazgeçti.
Mes'eleyi halledemedik
Uyeyne bin Hısn ile Hâris
bin Avf, son derece ümitsiz ve üzüntülü olarak oradan ayrıldılar. Eshâbın
ihlâs, sabır ve metânetlerini, Peygamberimizin emirlerine göre hareket etmekten
vazgeçmeyeceklerini görünce, Medîne'yi hiçbir şekilde ele geçiremeyeceklerini
anladılar. Karargâhlarına gittiler.
Kabîlelerinden neticeyi
soranlara da şöyle itirafta bulundular:
- Mes'eleyi halledemedik.
Biz, son derece basiretli, ileri görüşlü ve Peygamberleri uğrunda canlarını
seve seve fedâ edebilecek bir kavim gördük. Biz de mahvolduk, Kureyşliler de
mahvoldular. Kureyşliler Muhammed'e birşey yapamadan dönüp gidecekler. Muhammed
de Benî Kurayza Yahûdîlerinin üzerine düşecek. Gebersinler, Cehenneme
gitsinler. Muhammed bize Yahûdîler gibi zararlı değildir.
Böylece Peygamberimizin
düşündüğü gerçekleşmiş oldu. Gatafanlılar muhâsaradan vazgeçerek yurtlarına
döndüler.
Üseyd bin Hudayr, Mekke'nin
fethine de katıldı. Hz. Ebû Bekir ile birlikte Peygamberimizin hemen
yanıbaşında yer aldı. Huneyn ve Tebük savaşlarında Evs kabîlesinin sancaktarlığını
yaptı.
Peygamber efendimizin,
"Ne iyi kimsedir!" şeklinde methine mazhar olan Üseyd bin Hudayr'ın
sesi çok güzeldi. Bu sesini Kur'ân-ı kerîm okumakla süslerdi. Okumaya başladığı
zaman bambaşka bir âleme giderdi.
Bir gece hurma sergisinde Bekara
sûresini okuyordu. Yanında bağlı bulunan atı birden şahlandı. Hz. Üseyd okumayı
kesti, at sakinleşti. Tekrar okumaya başladı, at yine şahlandı. Üseyd sustu, at
da sakinleşti. Üseyd tekrar okumaya başladığında at yine şahlandı. Ondan sonra
da artık okumaktan vazgeçti.
Bilir misin onlar nedir?
Atının yanına gitti, başını
kaldırdı, semâya baktı. Birden şaşırdı. Çünkü, başının üzerinde gölgeye benzer
bir sis içinde kandiller gibi birçok parıltılar gördü. Daha sonra bu gölge
tabakası, içinde ışık manzûmesiyle birlikte semâya çekilip gitti ve görünmez
oldu.
Hz. Üseyd, sabah olur olmaz
hemen Peygamberimize koştu ve durumu anlattı. Resûlullah efendimiz buyurdu ki:
- Ey Hudayr'ın oğlu! Bilir
misin, onlar nedir?
- Hayır, yâ Resûlallah!
- Ey Üseyd, onlar meleklerdi.
Senin Kur'ân-ı kerîm okuyan sesine gelmişlerdi. Sesini dinliyorlardı. Eğer
okumaya devam etseydin, sabaha kadar seni dinlerler, insanlar da kendilerini
seyrederlerdi. Onlar insanlardan gizlenmezlerdi.
Üseyd bin Hudayr, ilimden
bir hakikat öğrenebilmek için, ba'zan geç saatlere kadar Resûlullahla sohbet
ederdi. O mes'eleyi öğrenmeden rahat edemezdi.
Hz. Üseyd, Kur'ân-ı kerîm
okumak ve dinlemekten, Resûlullahın sohbetinde bulunmaktan o derece huzur
duyuyordu ki, âdetâ bunlar ondan bir parça olmuştu. Bir sözünde, bu durumunu
şöyle ifâde eder:
- Bütün arzûm, ömrümü üç
hâl üzere geçirmek ve bu hâllerden hiçbir zaman ayrılmamaktır. Bunlar: Kur'ân-ı
kerîm okuduğum veya dinlediğim zamanki hâlim. Resûlullahın hutbesini,
konuşmasını dinlediğim zamanki hâlim ve bir cenâzeyi gördüğüm zamanki hâlim.
Işık salan baston
Bir gün, yine bir
arkadaşıyla birlikte Resûlullahın sohbetinde bulunmuşlardı. Huzurdan
ayrıldıklarında ortalık iyice kararmıştı. Ellerindeki baston ışık vermeye,
yollarını aydınlatmaya başladı. Birbirlerinden ayrıldıktan sonra ışık ikiye ayrıldı.
Her biri kendi bastonunun aydınlığında yürüyerek evlerine gittiler.
Hz. Âişe-i Sıddîka buyurur
ki:
Ensârdan üç zât var ki,
fazîlet yönünden hiç kimse, onların üstünde sayılmazdı. Bunların üçü de
Abdüleşhel oğullarından olup, Sa'd bin Mu'âz, Üseyd bin Hudayr ve Abbâd bin
Bişr idi.
Hz. Üseyd, Hicretin 20.
yılında, Hz. Ömer'in hilâfeti zamanında vefât etti. Cenâze namazını Hz. Ömer
kıldırdı.